7 Ocak 2015 Çarşamba

Bir George Ovashvili Filmi: 'Mısır Adası'

‘Mısır Adası’(‘Simindis Kundzuli- Corn Island’) 2015 ‘Yabancı Dilde En İyi Film Akademi Ödülü’ kategorisine seçilen  filmler arasında olan bir film. Filmin yönetmeni  George Ovasvili, senaryo  Roelof Jan Minneboo, George Ovashvili, Nugzar Shataidze tarafından yazılmış. Kişilerin milliyetleri beni ilgilendirmiyor ama yönetmenin Gürcü olduğunu belirtmenin filmi anlamaya da yardımcı olacağını düşünüyorum. Film Gürcistan ve Abazya arasındaki  doğal sınır olan İnguri nehrini konu edinmiş. Nehir her yıl çılgınlaşıp önüne ne gelirse taşırmış. Sakinleştiğinde ise geride alüvyon adacıkları kalırmış. Köylüler bu sahipsiz  adalarda geçimlerini temin etmek için mısır ekermiş.  Mısır Adası işte böyle bir adayı sahiplenen bir dede ile torununun mevsimlik hikâyesini anlatıyor.

Eğer Gürcistan ve Abazya arasındaki savaşı hatırlarsanız nehirden geçen askerlere, dede ile torunun her iki kıyıya uzun uzun bakışlarına, kıyıdan gelen silah seslerine daha çok anlam yükleyebilirsiniz; savaşan iki ülke sınırında kim sahiplenirse onun olan  alüvyon adanın ‘tarafsızlığını’ anlarsınız. Medarı maişet ‘sandalı’na başka gözlerle bakmaya başlarsınız.



Film dede ile torun arasında geçiyor ama sandal, sürüklenmiş bir ağacın dalları, yağmur, fırtına, rüzgâr, bulutlar, dolunay filmin diğer oyuncuları. Dedenin filmin başında toprağı karıştırırken bulduğu ve   film boyunca gömlek cebinden çıkarıp birkaç okşamadan sonra tekrar yerine koyduğu sigara ağızlığı, filmin sonunda çamurdan çıkan  bez bebek ile ruhunu devam ettiriyor.  Yönetmen ağızlıktan bebeğe geçerken tarihsel mesajını vurguluyor. Huzurun resmi, dolunayın ürpertici  ışığıyla aydınlanıyor.. 

Filmin duygusu var  evet.. Dede ile torunun kişiliklerinden yansıyan  ‘basit, yalın, naif’,  filmin diline de sinmiş. Çok az  dialogla çok şey anlatan filmin ilk yirmi dakikasında doğanın sesi hâkim. Otuz beşinci dakikada kulübenin yapımı  tamamlanıyor. İkinci dönüm noktası dedenin elinde silah görmemiz. Anlatırsam filmin tadını kaçıracağını düşündüğüm için sessiz geçtiğim iki dönüm noktası daha var filmin.  Yönetmen doğanın huzurlu görüntüsü içine bir fırtınanın  derinden gelen sesini katmış.     Her an korkunç bir şeyler olacakmış gibi duran bir tedirginlik var filmin havasında.

 Filmin metaforları ince ince işlenmiş. Mısır, tohumdan fideye fideden fidana dönerken elinde bez bebekle filme giren torunun serpilmesine gizlenmiş yaşam sevinci, bir  geyiğin ve de yaralı bir askerin  çaresizliği ile gölgeleniyor. Bazen hayat, taraf olmaya zorlar insanı. Aynı  dili konuşmasa da soran, sorgulayan, korkak, cesur, hükümran,  öfkeli, tereddütlü, kararsız, mâsum, çocuksu, kuşkulu, işveli  bakışların dünyasında, sırlarını saklar  insanlar. Mısır fidanlarının büyümesi ile ada  insanların kendi labirentine dönüşmüş.  Ayağı altındaki toprak kayarken insanın her şeyden habersiz hatta her şeyden umut çıkararak güneşli bir yarını hayâl etmesi nasıl bir çaresizliktir dışarıdan bakana. İçinde yaşayan ne labirentini aklından geçirir  ne de kayan toprağı.   

Tohum ekmeyi bitirdiğinizde rahmet gibi gelen yağmur acaba size ürününüzü toplamaya fırsat verecek mi?  Doğanın  ödünç  verdiği  toprağı geri almasında mıdır döngünün görüntüsü? Son âna kadar sandalınıza yığdığınız mısır koçanlarını  sıyırıp da sofranıza  ekmek, gelecek mevsime tohum yapmak kime kısmet olacak? Filmin sonlarında,  varın yok, gerçeğin yalan oluşu yüreğinizi titretecektir. Çünkü film size sizi hatırlatacak.

Filmin başarısı, doğru oyuncu seçimiyle kuvvetleniyor. Filmde İlyas Salman’dan başkasını hayâl edemezsiniz bu filmi seyrettikten sonra. Toprak adamının yorgun bedeni, yüzü, özellikle elleri, parmakları,  mücadelenin zorluğunu  anlatıyor. Dedenin yorgunluğunu  kaslarınızda hissedeceksiniz. Yaşlanmışlık ve yaşanmış bir bilgelikle  bir mısır fidesinin taze ve coşkulu yeşili arasındaki  âsude  sessizliğe sırt üstü yatıp  gökte uçuşan özgürlüğün ışığı ile gözleriniz kamaşacak.    Bu, insanlık tarihi boyunca var olmuş bir mücadele.  Torunun beyaz, zarif parmakları miras alacak bu mücadeleyi.     Mariam Buturishvili’nin nazenin bedeni, çilli yüzünde  tomurcuk gibi açan gözleri sizi masumiyetin derinliğine çekecek.

Bu filmin çekilmesi için  iki ada inşa edilmiş.  Adalardan  biri üstten çekimlerin yapılması için kullanılmış. Diğer ada ise etrafında kameranın özgürce hareket ettirildiği suni bir göl üzerinde  kurulmuş. Film ekibi  her sahneye göre belli yüksekteki mısır fidelerini, fidanlarını dikmiş. Ben özellikle başlarda bir süreci anlatırken sahneden sahneye geçilmesindeki sürekliliği, filmin genelinde ışığı ve son sahnelerdeki görüntüleri çok beğendim.     

Yönetmen yerel bir konuyu büyük bir maharetle tüm insanlığa mal etmiş. Bu İnguri nehrinin hikâyesi değil, insanlık nehrinin asırlar süren hikâyesi. Kişisel olarak hayatlarınız ya da  milletlerin, devletlerin hayatları olarak yorumlamak size kalmış. Filmin çerçevesi pek çok konuya gönderme yapacak kadar geniş. Tarafsız , bağımsız, huzurlu topraklar insanlığın özlemidir.  Mısır Adası bir pencere açıyor.

Mısır Adası’nı çok sevdim.


Melih Anık

İlgi:


2 yorum:

  1. Bloglarda uzmanlaşmaya inanırım... Yeni sinema bloguna sevindim. Film ilgince benziyor, bir fırsat yaratmak lazım.
    Selamlar,

    YanıtlaSil
  2. O kadar yerel olsun ki öykünüz, evreni kucaklasın... Şahane bir filmdi, sizin güzel yorumunuz sayesinde de umarım gözden kaçmaz, seyircisi ile buluşur ve hak ettiği ilgiyi bulur.
    Mine ÖLCE

    YanıtlaSil