Beni etkileyen, söyleyecek
sözüm olan başka bir ifadeyle beni konuşturan filmler hakkında düşüncelerimi
paylaşıyorum. Saul'un Oğlu öyle bir film. Merak edenler için film ile ilgili
bilgiyi wikipedia'dan aldım: (https://tr.wikipedia.org/wiki/Saul%27un_O%C4%9Flu)
"Saul'un Oğlu (Macarca: Saul fia), László Nemes ile Clara
Royer'in yazdığı ve Nemes'in yönettiği 2015 Macar yapımı drama filmidir.
Prömiyerini 2015 Cannes Film Festivali'nde yapan film, burada festivalin ikinci en
prestijli ödülü olan Grand Prix aldı.Film ayrıca 2015 Toronto Uluslararası Film Festivali'nin Özel Gösterimler ("Special
Presentations") bölümünde gösterildi. 88. Akademi Ödülleri'nde Yabancı Dilde En İyi Film ödülünü
kazandı. Bu dalda aday olan dokuzuncu Macar
filmidir. Film ayrıca73. Altın Küre Ödülleri'nde Yabancı Dilde En İyi Film ödülünün
de sahibi oldu.Bu dalda ödül alan ilk Macar yapımı
filmdir.
Saul Ausländer (Géza Röhrig) Ekim 1944'te Auschwitz toplama kampında ölüleri
yakmakla görevli, Sonderkommando üyesi
Macar-Yahudi bir mahkumdur. Bir gün oğlunun olduğuna inandığı bir cesede
rastlar. Cesedi yakılmaktan kurtarmak ve bir haham bulup
gizlice gömmek ister. Bu arada diğer Sonderkommando üyeleri kendilerinin
öldürüleceğini öğrenir, ayaklanır ve krematoryumu yıkar.
Saul ise daha önce bakımını üstlenmediği oğluna dair planını uygulamak için
çabalamaya devam eder."
II.Dünya Savaşı filmlerini çok severim
pek çok film seyretmişimdir. Bu film seyrettiğim filmlere benzemiyor. Film
toplama kampını ve dönemini fon yapıp, oğlunu gömmek için haham arayan bir Macar yahudisinin hikâyesini anlatıyor. Adamın(Saul) oğlu var mı? Emin olamıyoruz. Cehennemin
ortasına düşmüş, dört aylık hayatı kalmış
bir adamın inançlarına göre bir çocuğun
gömme merasimine bu kadar saplantılı odaklanmasına bakınca filmdeki haham, oğul ve gömme töreninin nasıl bir metaforun ipuçları olduğu üzerine düşünüyorsunuz. Film
boyunca ana motif olarak işlenen metafor filmin sonunda aydınlanıyor. Yönetmen,
ölen çocuğa benzemeyen bir başka "oğul" çıkarıp adamın yüzüne bir
tebessüm kondurarak ve film boyunca grilerin hakim olduğu filmde "oğul"u
yeşil ve mavinin içinde özgürce koşturarak veriyor.
Yönetmen kamerası ile
Saul'un peşinden koşuyor sanki. Bu kalabalıklar içinden tesadüfi olarak yakalanan
bir karakterin peşine düşmek gibi bir algı yaratıyor. Film bu anlatımıyla bir
belgesel izlenimi veriyor. Film boyunca vahşi çevrede yaşanan zulüm, silik görüntüler, sesler ile veriliyor ama
gerçeğin acımasızlığını yüreğinizde hissediyorsunuz. İnsanların trenlerden
alınıp fırınlara gönderilme görüntüleri bir süre gözlerinize yapışacaktır. Saul'un
şahsında gördüğümüz boyun eğmiş karakter toplama kampındaki baskıyı,
çaresizliği ortaya koyuyor. Bu ortamda bile Saul cehennemin içinde zihninin kuşlarını
uçuruyor, kendi gündemini kendi belirliyor. Özgürlüğünü kafasının içinde
yaşıyor. Saul'un bireysel hikâyesi toplumların direniş hikâyesi hâline dönüşüyor.
Saul'un
Oğlu seyretmeye değer bir film.
Melih Anık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder